E-ISSN 2757-8062
Volume : 44 Issue : 4 Year : 2024

Quick Search




ZEYNEP KAMIL MEDICAL JOURNAL - Zeynep Kamil Med J: 44 (4)
Volume: 44  Issue: 4 - 2013
ORIGINAL RESEARCH
1.Normozoospermi̇k ve Oli̇gozoospermi̇k Erkeklerde Dondurma Çözdürme İşlemi̇ni̇n Sperm DNA Kondensasyonuna Etkisi
Emine Aksoy, Alanur Menekşe Güven, Müşerref Sultan Mermer, Gökhan Cüce, Hasan Ali&775; Inal
Pages 176 - 182
GİRİŞ ve AMAÇ: Sperm kriyoprezervasyonu yardımcı üreme tedavilerinde sık kullanılan bir yöntemdir. Dondurma çözdürme sonrası spermlerin en az zarar görmesi hedeftir. Çalışmamızda; sperm dondurma çözme işlemi sonrası sperm DNA kondensasyonunda değişim olup olmadığını incelemek, varsa bu değişimin azalan motilite ile korelasyonu olup olmadığını belirlemek, ayrıca semeni raw hali veya yıkama sonrası dondurmanın motilite, morfoloji ve DNA kondensasyonu üzerine etkisi olup olmadığını araştırmak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemiz Tüp Bebek Ünitesine başvuran hastalardan 15 normozoospermili ve 15 oligozoospermili hasta çalışma kapsamına alınmıştır. Hastaların semeninde hem raw haline, hem de gradient metodu ile yıkanmış numuneye motilite, morfoloji ve DNA kondensasyon değerlendirmeleri yapılmıştır. Daha sonra Sperm Cryoprotect II solusyonu ile örneklerimize dondurma işlemi yapılmıştır. 15 gün sonra spermler çözdürülüp aynı parametrelerde tekrar çalışılmıştır.
BULGULAR: Normozoospermik ve oligozoospermik gruplarda yıkama işlemi raw spermlere göre anlamlı derecede progresif motiliteyi arttırmıştır. Kondensasyon ve morfoloji değerleri açısından normozoospermik ve oligozoospermik gruplarda herhangi bir farklılık bulunmamıştır. Dondurma işlemi; raw spermlerde ve yıkama sonrası spermlerde, hem normozoospermik hem de oligozoospermik gruplarda progresif motiliteyi anlamlı derecede azaltmış, kondensasyon ve morfolojiye anlamlı bir etkisi olmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sperm dondurma çözme sonrası motiliteyi daha iyi koruyabilmek için yıkanmış spermler dondurulmalıdır. Dondurma çözme sonrası sperm DNA kondensasyonunda literatürdekinin tersine değişim olmaması bizce anlamlıdır.
INTRODUCTION: Sperm cryopreservation is a commonly used method in assisted reproductive treatments. In this process, during freezing and thawing,
handling of specimens is crucial to preserve the viability. In this study, we aimed to evaluate the changes in the sperm concentration and to determine the correlation between motility, morphology, and DNA condensation parameters and decreased motility during freezing and thawing. Our secondary aim was to reveal the potential effects of freezing on the semen parameters in raw or washed state.
METHODS: 15 oligozoospermic patients with 15 controls with normal sperm parameters were recruited to study in Konya Education and Research
Hospital IVF Clinic, Turkey. Motility, morphology, and DNA condensation were analyzed in both raw and washed sperm samples by gradient method. Sperm cryoprotect II solution was used to freeze the samples. After 15 days all samples were thawed and the same parameters were studied afterwards.
RESULTS: Compared with raw samples, washing increased the progressive motility in both groups. Condensation and morphologic parameters were
not significantly different. Freezing process in raw specimens decreases the progressive motility in both groups. However, no significant effect was observed on condensation and morphology
DISCUSSION AND CONCLUSION: To protect the motility after thawing, washed sperms could be a better option during freezing process. Interestingly, in our study group, we failed to demonstrate any significant effect on DNA condensation in both groups.

2.Endometrial Polip Ön Tanılı Hastalarda Histeroskopi Sonuçlarımız
Hasan Terzi, Ahmet Kale, M. Akif Sargın
Pages 183 - 185
GİRİŞ ve AMAÇ: Endometrial polip öntanısı almış olgularda histeroskopi etkinliğinin retrospektif olarak değerlendirilmesi
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kasım 2011 ve Şubat 2012 tarihleri arasında kliniğimizde görülen; premenopozal ve postmenopozal 64 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Endometrial kaviteyi değerlendirmek için transvajinal ultrasonografi ve histeroskopi uygulandı.
BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 49.4±8.78 yıl. 26 (%40.6) hastada endometrial polip, 14 (%21.9) hastada siklus düzensizliklerine bağlı endometrial değişiklikler, 11 (%17.2) hastada atrofik endometrium, 6 (%9.4) hastada submüköz myom, 5 (%7.8) hastada endometrial hiperplazi, 1 (%1.6) hastada endometrium adenokarsinomu, 1 (%1.6) hastada servikal polip saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Histeroskopi; premenopozal ve postmenopozal hastalarda endometrial patoloji tanısında önemli bir yardımcı yöntemdir.
INTRODUCTION: A retrospective evaluationof the effectiveness of hysteroscopy in patients with a diagnosis of endometrial polyps
METHODS: We conducted a retrospective study of 64 premenopausal and postmenopausal patients seen at a Education and Research Hospital from November 2011 to February 2012. Patients underwent transvaginal ultrasonography and hysterescopy as part of endometrial cavity evaluation.
RESULTS: Mean gestational age of patients was 49.4±8.78. Twenty six (%40.6) patients diagnosed as endometrial polyp, 14 (%21.9) patients endometrial disorders, 11 (%17.2) diagnosed as atrophic endometrium, 6 (%9.4) patients diagnosed as submucous myoma, 5 (%7.8) patients diagnosed as endometrial hyperplasia, 1 (%1.6) patients diagnosed as endometrial adenocarcinoma; 1 (%1.6) patients diagnosed as cervical polyp at hysterescopy.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Hysteroscopy is today a valuable tool in diagnosis of endometrial pathology in premenopausel and postmenopausel patients.

3.İleri̇ Yaşta Pelvi̇k Organ Prolapsusu (POP) Ve Stres Üri̇ner İnkonti̇nans(SUİ) Bi̇rli̇kteli̇ği̇nde Gerçekleşti̇rdi̇ği̇mi̇z 8 Adet Le Fort Kolpoklezi̇s ve Transobturatuar Tape (TOT) Operasyon
Özge Kızılkale, Mustafa Eroğlu, Gazi Yıldırım, Murat Bakacak, M. Süha Bostancı, Rukset Attar, Zeynep Bakacak, Cem Fıçıcıoğlu
Pages 186 - 189
GİRİŞ ve AMAÇ: İleri yaşta, fiziksel kondisyonları düşük, anestezinin riskli olduğu POP+SUİ tanılı hastalarda Le Fort Kolpokleizis + TOT operasyonlarının
etkili, postoperatif mortalite ve morbiditesi düşük, gerekirse lokal anestezi ile bile yapılabilecek güvenilir bir prosedür olduğunun gösterilmesi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Son 3 yıl içinde Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğine başvuran ve POP+SUİ tanısıyla Le Fort Kolpoklezis + TOT operasyonu yapılan 8 hastamız retrospektif incelendi.
BULGULAR: Kliniğimize başvuran bu hastaların ortalama yaşı 82,8 idi. Hepsinin muayenesinde ileri derecede pelvik organ prolapsusu izlendi. Stres testte hepsinde idrar kaçağı mevcut idi. Hastalarımızın hiçbirinin aktif bir cinsel yaşamı ve cinsel yaşam beklentisi yoktu. Tüm hastalarımızda hipertansiyon, 3 hastamızda diyabet, 2 hastamızda geçirilmiş serebrovasküler hastalık hikayesi, 1 hastamızda KOAH ve 1 hastamızda da idiopatik akciğer ödemi mevcut idi. Tüm hastalar operasyon öncesi ilgili branşlar ve anesteziyoloji ile konsulte edildiler. Hastalarımızdan 3 tanesi sedasyon+lokal, 3 tanesi genel, 2 tanesi de regional anestezi altında opere edildiler. Bütün hastalarımızın vajen ön ve arka duvarlarından dikdörtgen şekilli mukozalar çıkarıldı. Her iki yanda oluk bırakacak şekilde vajen ön ve arka duvarları birbiri üzerine sütüre edildi (Le Fort Kolpoklezis). Buna ilaveten hastalara TOT operasyonu da yapıldı. Peroperatif hastalarda herhangi bir problem yaşanmadı. Post operatif birinci günlerinde sondalar çıkarılarak rezidü idrar ölçüldü. Tüm hastalarda miktar 100 cc’den azdı. Post operatif herhangi bir komplikasyon oluşmayan hastalar ortalama ikinci günlerinde taburcu edildiler. Operasyon sonrası altıncı aylarındaki muayenelerinde hiçbirinde SUİ saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kolpoklezis, ileri yaş grubunda, aktif cinsel hayatı olmayanlarda POP varlığında kullanılabilen etkili bir yöntemdir. Post operatif mortalite
ve morbiditesi düşüktür. Operasyon sonrası hastaların pelvik tabanla ilgili şikayetleri ortadan kalkar. Beraberinde SUI varlığında TOT bu seçilmiş hasta grubunda ilave edilmesi uygun, etkin ve güvenilir bir prosedürdür.
INTRODUCTION: To show that Le fort colpocleisis+TOT operations are effective, safe procedures with low mortality and morbidity which can be applied with local anesthesia in advanced aged patients with low physical conditions and high anesthesia risks.
METHODS: 8 patients visiting Yeditepe University Hospital Obstetrics and Gynecology Cllinic for POP and SUI and undergoing Le Fort Colpocleisis+TOT operation in the last 3 years were included in the study.
RESULTS: The mean age of our patients was 82,8 years. All patients had advance pelvic organ prolapsus on examination. They also had urinary
incontinans on stress test. Neither of the patients had active sexual life or sexual life expectance. All our patients had hypertension, 3 of them had diabetes, 2 had cerebrovascular accident history, 1 had COPD, and 1 had idiopathic pulmonary edema. They were all consulted with anesthesiology and other related disciplines preoperatively. Three of our patients received sedation+local anesthesia, 3 had general anesthesia and 2 had regional anesthesia. Rectangular shaped mucosa was removed from anterior and posteror vaginal
wall of all patients. The denude areas were sutured onto each other leaving grooves on lateral parts of vagina(Le Fort Colpoclesis). Also TOT operation was performed for each patient. No complication was encountered peri/postoperatively.
Urinary catheters were removed on the first postoperative day and residual urine amounts were measured. Residual urine amount was less than 100 mls for each patient. Neither of our patients had postoprative complications and they were all discharged from the hospital on the second postoperative day. All our patients underwent repeat gynecologic examination and none of them had stress incontinance.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Colpocleisis is a safe and efficient way of correcting POP in advanced age patients with no sexual life. The procedure has low postoperative mortality and morbidity. In the presence of SUI TOT is a safe,efficient and reliable procedure to be combined with Le Fort in a selected population of patients.

REVIEW ARTICLE
4.Kanser Kök Hücresi
Şule Ayla, Gülperi Öktem, Gamze Tanrıverdi, Ayhan Biliri
Pages 190 - 196
Kök hücrelerin sağlıklı organizma ve hastalıklar üzerindeki rolü son yıllarda yapılan çalışmalarda önemli gelişmelere neden olmuştur. Kanser
dokusunda, patogenezden sorumlu tutulan artmış büyüme potansiyeline sahip, uzun ömürlü hücre popülasyonu kanser kök hücreleri (KKH) olarak adlandırılırlar. KKH’lerinin kemoterapiye dirençli, saldırgan ve tekrarlayan tümörlerden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Klinik tıpta hücre biyolojisine dair bildirimler artmıştır, özellikle tümör metastazı ile gelişmelerde önemli bir rol oynamaktadır. Kanser kök hücreleri tümör metastazında önemli bir role sahip olabilir ve prognostik belirleyiciler anlaşıldığı takdirde gelecekte yapılacak çalışmalar kanserin tedavisi için KKH’lerini hedef alan tedavilerin geliştirilmesine öncülük edecektir.
There has been a growing important in recent years in the role stem cells play in health and disease. In the cancer tissue, this population of long lived cells with extraordinary expansion potential has been called tumor initialing cells or cancer stem cells (CSCs). It ıs thought that CSCs are responsible for these aggressive and reccurent tumors.Research has been increasing in recent years into the application of stem cell biology to clinical medicine, particularly it’s role in the evolution and metastasis tumours.Cancer stem cell may have a specific role in tumour metastasis, and their understanding may provide insight into the development of predictive and prognostic markers, future studies shoul lead to development of CSCs targeted therapies for cancer treatment.

CASE REPORT
5.Servi̇kal İntraepi̇telyal Neoplazi̇ Ti̇p II (CIN II) Tanısı Sonrası 10. Yılda Ortaya Çıkan Vulvar İntraepi̇telyal Neoplazi̇ Ti̇p II (VIN II): Olgu Sunumu
M Süha Bostancı, Mustafa Eroğlu, Rukset Attar, Özge Kızılkale, Murat Bakacak, Gazi Yıldırım, Cem Fıçıcıoğlu
Pages 197 - 199
Vulvanın intraepitelyal neoplazileri (VIN) çoğunlukla vulvanın invaziv kanserinin öncül lezyonları olarak kabul edilmektedir. İnsan siğil virüsleri
(HPV) kadın alt genital sisteminin prekanseröz lezyonları ile yakın ilişkilidir. HPV virüsleriyle enfekte olan hastalarda küratif tedavi yapılsa dahi, genital sistemin başka bir kısmında tekrar prekanseröz lezyonlar gelişebilir. Bizler de HPV tip 16 (+) CIN II nedeniyle total abdominal histerektomi olan bir hastada 10 yıl sonra genital kaşıntı şikayeti ile ortaya çıkan VIN II olgusunu bildirmekteyiz.
Vulvar intraepitelial neoplasias (VIN) are usualy considered as precancerous lesions. Human Papilloma Viruses (HPV) have closed relation
with women’s genitalia precancerous lesions. New precancerous lesions from adjacent tissues may appear even after curative therapy for HPV
leisons. We present a VIN II case that she had hysterectomy 10 years ago for cervical intraepitelial neoplasia type II originated from HPV 16 infections.

6.Spontan Üçüz Bir Gebelikte Yapışık İkiz
Sümeyra Nergiz, Baran Özhan Baykal, Özlem Altınkaya, Hasan Yüksel, Mert Küçük, Selda Demircan Sezer
Pages 200 - 204
Yapışık veya Siamikizler nadir görülür. Üçüz gebelikte görülmesi ise çok daha enderdir. Son yıllarda bu tip olgular daha çok yardımcı üreme teknikleri sonucu gebeliklerde bildirilmiştir. Burada spontan üçüz gebelikte erken tanı konulan yapışık ikiz olgusu sunularak yönetimi güncel literatür bilgileriyle birlikte tartışılmıştır. Gebeliğin izlemi kararının ardından erken döneminde yapışık ikizlerinspontanfetal kaybı gözlendi ve tekilolarak devam eden gebelik, miadında canlı sağlıklı bebek doğurtularak sorunsuz olarak sonlandı.
Conjoined or Siameset wins occurrarely. Itsoccurence in tripletpregnancy is very rare. The secasesaremostly reported in pregnancies gained by
way of assisted reproductive techniques. Here, a conjoined twin in a spontaneoustriplet pregnancy case was reported and discussed the current literature. Early fetal demise of conjoined twin was diagnosed. The pregnancy continued until term as a livesinglefetus. A healthy baby was delivered without any problem.

7.İncebarsak Mezosunda RIA: Nadir Bir Olgu
Zehra Nihal Dolgun, Rakhshanda Aslanova, Emrah Turhan, Niyazi Cenk Sayın
Pages 205 - 207
Rahim içi araçların uterusu perfore edip uterus dışına çıkmaları ciddi ancak nadir bir durumdur. Komşu organ laserasyonları görülebilirse de uygulamanın (ve muhtemelen uterin perforasyonun) 5. gününde incebarsak mezosuna dek ilerlemesi bu nadir durumun uç bir örneğidir. Bu bildiride doğum sonrası 30. günde RIA takılmasının 2. gününde karında ağrı şikayeti ile başvuran ve kayıp RIA ileoçekal valvden 150 cm. proksimalde, jejenum mezosu içinde bulunan hasta sunulmuştur
The dislocation of an intrauterine device (IUD) by perforating the uterus is a rare but serious complication. Although laceration of neighbouring organs is possible, the migration of IUD to the jejunal mesenterium in the fifth day of application (and probable perforation) is an extreme example of this rare situation. In this report we present a case who was applied an IUD on the postpartum 30th day and referred to our clinic with abdominal pain two days later.The explorational surgery revealed the IUD stuck in jejunal mesenterium 150 cm proximal to the ileocecal valve.

8.Body Stalk Anomalisi: Olgu Sunumu
Mesut Polat, Resul Arısoy, Emre Erdoğdu, Özgür Aydın Tosun, Resul Karakuş, Oya Pekin, Ahmet Semih Tuğrul
Pages 208 - 210
Body stalk” anomalisi, karın ön duvar defekti, skolyoz, kısa göbek kordonu veya yokluğu ile karakterize nadir görülen fatal bir anomalidir. Burada ultrasonografik tanısı konulmuş body stalk anomalili olgu sunuldu. Yirmi sekiz yaşındaki gebe, antenatal kongenital anomali ön tanısı ile hastanemize refere edilmiştir. Ultrason ile incelemede batın ön duvarında geniş defekt (defekt içerisinde karaciğer, safra kesesi, mide, barsaklar ve mesane görüldü), torakolumbal kifoskolyoz, tek arter tek ven içeren kısa umblikal kordon gibi konjenital anomalilere sahip 16 haftalık fetus gözlendi ve body stalk anomalisi tanısı konuldu. Terapötik tahliye yapıldı. Body stalk anomalisi hayatla bağdaşmadığından gebeliğin sonlandırılması düşünülmelidir. Diğer anterior duvar defektlerinden ayırıcı tanısı ve erken prenatal tanısı tedavi planının belirlenmesi açısından önemlidir.
Body stalk anomaly is a rare fatal anomaly characterized by abdominal wall defects, scoliosis, short or absence of umblical cord. We reported a case of body stalk anomaly who were diagnosed prenatally. 28 year old case was referred to our hospital with a diagnosis of congenital anomaly. Ultrasonographic examination revealed a fetus, 16 weeks of gestation, with large abdominal wall defect (including liver, gallbladder, stomach, intestine and bladder), thoracolomber kifoscoliosis, short umblical cord with single artery. Pregnancy was terminated with the diagnosis of body stalk anomaly. Termination of the pregnancy should be considered in the management of this lethal anomaly. The differentional diagnosis and early prenatal diagnosis is important in the management of the other abdominal wall defects.

9.Postmenapozal Nadi̇r Görülen Bi̇r Over Tümörü: Endometri̇oi̇d Ki̇stadenofi̇brom (Olgu Sunumu)
Murat Bakacak, Özge Kızılkale, Rukset Attar, Gazi Yıldırım, M. Süha Bostancı, Elif Bağlam, Cem Fıçıcıoğlu
Pages 211 - 213
53 yaşında postmenapozal hastada tespit edilen sol overde kitle nedeniyle yapılan total abdominal histerektomi ve bilateral salpingoooferektomi
sonrasında yapılan patolojik incelemede saptanan overin endometrioid adenofibromu olgusu sunulmuştur
53-year-old postmenopausal patient underwent total abdominal hysterectomy and bilateral salpingooophorectomy because of a mass in the left
ovary. Bilateral ovarian endometrioid adenofibroma was detected in the pathological examination was presented in this case report.

ORIGINAL RESEARCH
10.Prematüre Retinopatisi: Sıklık Azalıyor mu?
Murat Günay, Sevilay Topçuoğlu, Gökhan Çelik, Tuğba Gürsoy
Pages 214 - 220
GİRİŞ ve AMAÇ: Kliniğimizde takip ettiğimiz prematüre olgularda prematüre retinopatisi sıklığını ortaya koymak
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kasım 2011- Haziran 2013 tarihleri arasında Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi göz hastalıkları polikliniğine dış merkezlerden refere edilen veya aynı hastanenin yeni doğan yoğun bakım ünitesinde takip edilen toplam 620 prematüre bebeğin dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Doğum haftası, doğum ağırlığı, hastalığa ait bulgular (hastalık zonu, evresi), tedavi edilen olgulara ait bulgular (tedavi şekli, tedavi edildiği postmenstrüel hafta) gibi özellikler kaydedildi.
BULGULAR: Çalışmaya katılan bebeklerin 320’si (% 51.6) erkek, 300’ü (% 48.4) kız idi. Olguların ortalama doğum haftası 31,21±2,61hf (24-34) ve
ortalama doğum ağırlığı1645,17±552,03 gr (470- 3870) idi.Toplam 620 bebeğin 314’ ünde (% 50.6) çeşitli evrelerde prematüre retinopatisi (evre 1-3) saptandı. Toplamda 84 (% 13.5) bebekte yüksek riskli eşik öncesi prematüre retinopatisi tespit edilip, bu bebeklere lazer fotokoagulasyonveyaintravitrealanti VEGF tedavileri uygulandı.Prematüre retinopatisi gelişimi ile doğum haftası ve doğum ağırlığı arasında anlamlı derecede ters bir ilişki mevcuttu (p<0.01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Erkendoğum haftası ve düşük doğum ağırlığı prematüre retinopatisi gelişiminde en önemli iki etkendir. Tedaviye ihtiyacı olan olguların,
tedavinin rutin uygulandığı merkezlerde uygun zamanda uygun tedavisi ile görsel sonuçlar daha iyi oranda sağlanmaktadır.
INTRODUCTION: Toreportthefrequency of retinopathy of prematurityamongprematureinfants in ourclinic
METHODS: Medical records of 620 prematurebabies who had been referred to Zeynep Kamil Maternity and Children’s Training and Research Hospital for retinopathy of prematurity screening fromouter centers or who had been managed in neonatal intensive care unit at the same hospitalwere investigated retrospectively. Characteristics of infants as gestationalage, birth weight, findings pertaining to retinopathy of prematurity (disease zone and stage), findings of treated cases (treatment modality, postmenstrualage at treatment time) were recorded.
RESULTS: Three hundred-twenty (51.6%) of patients were male, 300 (48.4%) were female. Meangestationalage of infants was 31,21±2,61 weeks (24- 34) and mean birth weight was 1645,17±552,03 grams (470-3870). Several stages of retinopathy of prematurity (stage1-3) was detected in 314 (50.6%) of 620 babies during the follow-upperiod. High risk prethres hold retinopathy of prematurity was detected in 84 (13.5%) babies and laserphotocoagulation or intravitrealanti VEGF therapy was applied to the seinfants. There was a significantin versecorrelation between the development of retinopathy of prematurity with gestational age and birth weight.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Early gestational ageand low birthweight are thet womost important parameters in development of retinopathy of prematurity. Visual outcomes are better in cases which are treated appropriately and timely.

11.Erken Membran Rüptürünün Preterm Bebeklerde Morbi̇di̇te ve Mortali̇te Üzeri̇ne Etki̇si̇ni̇n Araştırılması
Leyla Daban Kolsuz, Bilge Demirel, Tuğba Gürsoy, Güner Karatekin, Fahri Ovalı
Pages 221 - 226
GİRİŞ ve AMAÇ: Erken membran rüptürü (EMR), fetal zarların gebeliğin herhangi bir zamanından 42. haftaya kadar olan dönemde doğumdan 18-24
saat önce yırtılmasıdır. Membranlar yırtıldığında yenidoğanda enfeksiyon riski artmakta uzun süre oligohidramnios olduğunda ise pulmoner hipoplazi başta olmak üzere fetal gelişim olumsuz etkilenmektedir. Erken membran rüptürü olan anne bebeklerinde perinatal ölümün dört kat, RDS, İVK gibi yenidoğan hastalıklarının üç kat arttığı bildirilmektedir. Amacımız kliniğimize 2012 yılında yatan EMR (+) olan 32 hafta altı bebekleri olmayan 32 hafta altı bebeklerle karşılaştırmak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 1/1/2012-31/12/2012 tarihleri arasında Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde takip edilen 32 hafta altının altında doğan emr (+) olan ve olmayan 295 bebek retrospektif olarak morbidite ve mortalite açısından incelendi.
BULGULAR: İki yüz doksan beş bebek çalışmaya alındı. Bebeklerin 220’si (%74,6) EMR (-), 75’i (%25,4) EMR (+) grubu oluşturdu. Her iki gruptaki
bebekler arasında gebelik haftası, doğum ağırlığı ve cinsiyet açısından fark saptanmadı. EMR (-) grupta nazokomiyal sepsis (%17,5 p=0,028) ve mortalite (%23,3, p=0,008) daha fazla iken, EMR (+) grupta bronkopulmoner displazi daha fazla (%26,2 p=0.002) saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: EMR olan grupta bronkopulmoner displazi fazla görülürken, EMR olmayan grupta prenatal risk faktörlerinin fazla olması nedeniyle nazokomiyal sepsis ve mortalite daha fazla görülmüştür.
INTRODUCTION: Prematüre membrane rupture is the rupture of fetal membranes between any period of gestation and 42nd week, before 18-24 hours
of delivery.When the membranes are ruptured, infection risk is higher in newborn, if there is long-term oligohydramnios there is often pulmonary hypoplasia and fetal development is affected negatively.It was reported that newborn diseases
like RDS,İVK is seen 3 times higher and perinatal death 4 times higher in babies whose mothers have EMR Early Membran Rupture. Our objective is to compare babies smaller than 32 weeks with EMR with those without EMR in our clinic in 2012.
METHODS: Between 01/01/2012- 31/12/2012, 295 infants who were born before 32 weeks of gestational age and who were EMR(+)
or not, have been examined retrospectively in terms of morbidity and mortality in Zeynep Kamil Women and Children Education and Research Hospital Newborn Intensive Care Unit
RESULTS: 295 infants were included the study. 220 (%74,6) of the infants formed the EMR(-) and 75 (%25,4) of them formed the EMR(+) group.
There was no difference between the infants in both groups in terms of gestational week, birth weight and gender. While nasocomial
sepsis (%17,5 p=0,028) and mortality (%25,3, p=0,008) was higher in EMR(-)group, broncopulmonary dsyplasia (%26,2, p=0,002) was found higher in EMR (+) group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: While broncopulmonary dsyplasia is usually seen in EMR (+) group, nasocomial sepsis and mortality is seen more often in EMR (-) group due to many prenatal risk factors.

REVIEW ARTICLE
12.İskelet Displazilerine Yaklaşım ve Tanımları
Hatip Aydın, Sarenur Yılmaz
Pages 227 - 232
İskelet displazileri; kemik ve kıkırdağın yapı, büyüme ya da morfolojik bozukluğundan kaynaklanan, büyük ve heterojen bir grup hastalıktır. Displaziler veya ilişkili durumlar 40 ana grupta 456 hastalıktan oluşmaktadır. Bu hastalıkların 316’sı bir veya birkaç gen olmak üzere toplamda yaklaşık 226 gen ile ilişkilendirilmektedir. İskelet displazilerinde doğru yaklaşım, kemik anomalileri için kullanılan doğru isimlendirmenin
bilinmesiyle olabilir. Bu derleme pratik tanıda yardım, yeni bozuklukların tanınmasını kolaylaştırmak ve iskelet bozukluklarını doğrudan araştırmayı sağlayabilir.
Skeletal dysplasia is a large and heterogenous group disease, which originates from growth or morphologic disorder of bone and cartilage. Displasias and associated disorders are comprised of 450 diseases which are classified in 40 main groups. 316 of those diseases are associated with approximately 226 genes. The correct approach in skeletal dysplasias may be with known the correct nomenclature used for bone abnormalities. This review can provide practical diagnostic help, facilitate the recognition of new entities, and direct research in skeletal disorders.

ORIGINAL RESEARCH
13.Özofagus Atrezi̇leri̇nde Yoğun Bakım Olanaklarının Sağ Kalım Üzeri̇ne Etkisi
Dolunay Alver, Ayşenur Cerrah Celayir, Oktay Bosnalı, Serdar Moralıoğlu
Pages 233 - 241
GİRİŞ ve AMAÇ: Konjnital anomalili bebeklerde yenidoğan yoğun bakımındaki gelişmelere paralel olarak yaşam oranları giderek artmaktadır. Bu
çalışmamızda,yenidoğan yoğun bakım olanaklarının özofagus atrezili olgularda sağkalım üzerine etkisinin ortaya konulması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2004-Ocak 2011 tarihleri arasında özofagus atrezisi nedeni ile opere edilen 92 yenidoğanın tüm kayıtları, Temmuz 2007 tarihinden önceki ve sonraki yoğun bakım koşullarımız dikkate alınarak geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Yedi yılda toplam 92 özofagus atrezili olgu kliniğimizde interne edilmiş olup;Grup 1, 2007 Temmuz öncesi yenidoğan yoğun bakımımız
kurulmadan önce tedavi edilen 40 hastayı, Grup 2 ise 2007 Temmuz sonrası tedavi edilen 52 hastayı içermekteydi. Erkek/kız oranı 1: 1,14 idi.Ortalama gebelik haftası 36 hafta ve term bebek oranı %49 olarak saptandı. Ortalama doğum ağırlığı 2495 gr. idi.Hastaneye başvurma ve tanı alma yaşı ortalama 1.64 gündü. Distal fistüllü özofagus atrezi oranı %82.6, izole özofagus atrezi oranı %15.4 ve
çift fistüllü özofagus atrezi oranı %2 idi.En sık karşılaşılan ek anomali kardiyak anomalilerdi. En sık karşılaşılan erken dönem komplikasyonu Grup 1’de pnömoni iken Grup 2’de anastomoz kaçağı idi. En sık görülen geç dönem komplikasyonu her iki grupta anastomoz striktürü idi. Ventilatorde kalış ve hastanede kalış süreleri Grup 2 hastalarında daha uzun bulundu. Grup 1’de başlıca mortalite sebepleri ağır mediastinit, pnömoni ve sepsis iken Grup 2’de multipl konjenital anomaliler olmuştu.İzole özofagus atrezili olgularda mortalite oranı her iki grupta da yüksekti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yenidoğan cerrahi yoğun bakımımız hizmete girdikten sonra sağkalım oranlarında %57.5’ten %75’e artış gözlenmiştir. Özofagus atrezili olguların yenidoğan cerrahisi konusunda deneyimli doktor ekibinin takibinde, yenidoğanın preoperatif ve postoperatif bakımı hakkında bilgilendirilmiş ve eğitilmiş hemşirelerin gözleminde olan cerrahi yenidoğan yoğunbakımlarda izlenmeleri mortalite ve morbiditeyi azaltmaktadır.
INTRODUCTION: In this article, we aimed to investigate the impact of intensive care conditions on survival rates in cases with esophageal atresia.
METHODS: Clinical records of the cases with esophageal atresia, operated between January 2004 and January 2011, were reviewed retrospectively and were divided into two groups according to NICU conditions before and after July 2007 and compared on the basis of gestational week, birth weight, sex, pulmonary status, associated anomalies, operation time, operations, type of atresia, postoperative complications, duration of hospitalization, ventilator dependency, morbidity, mortality rates.
RESULTS: In our series with esophageal atresia totally 92 cases, consisting of two groups: Group 1 with 40 cases of esophagus atresia treated before 2007 compared with Group 2 consisting 52 cases of esophagus atresia treated after 2007 reorganization of our neonatal intensive care unit. The male/female ratio was 1: 1.14 which is compatible with the literature datas. The mean gestational week
in our series was found to be 36 weeks and the average percentage of termed baby was 49%. The mean birth weight was 2495 gr. The mean age at admission of our series was 1.64 days. The types of atresias were as 82.6% EA+distal TEF, 15.4% isolated EA and 2% EA+double fistula. The most common associated anomalies were of the cardiac system. The most common early complication was pneumonia in Group 1 and anastomotic leakage in Group 2. The most common late complication was anastomotic stricture in both groups. Ventilator dependency and duration of hospital stay was found to be longer in Group 2 cases. The principal mortality cause was severe mediastinit, pneumonia and sepsis in Group 1 and multiple congenital anomalies in Group 2.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The survival rates showed an increase from 57.5% to 75% after improved NICU. With the increasing numbers of experienced staff and improved conditions in NICU, we determined that survival rates are increasing in esophageal atresia cases with low birth weight and/or severe cardiac anomalies and pneumonia.

LookUs & Online Makale