E-ISSN 2757-8062
Volume : 43 Issue : 2 Year : 2024

Quick Search




ZEYNEP KAMIL MEDICAL JOURNAL - Zeynep Kamil Med J: 43 (2)
Volume: 43  Issue: 2 - 2012
ORIGINAL RESEARCH
1.Preeklampside Genetik Trombofilik Belirteçler
Mehmet Akif Sargın, Emel Asar Canaz, Ali Gedikbaşı, Hilmi Tozkır, Yavuz Ceylan
Pages 38 - 45
GİRİŞ ve AMAÇ: Preeklampsi ile trombofilinin genetik belirteçlerinden olan MTHFR polimorfizmi, Faktör V Leiden mutasyonu ve Protrombin gen mutasyonu arasındaki olası ilişkiyi incelemeyi; hafif ve ağır preeklamptik olgularda ve erken başlangıçlı preeklampside bu ilişkinin klinik kuvvetini değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ekim 2008 ve Mart 2010 tarihleri arasında, T.C. Sağlık Bakanlığı İstanbul Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvuran ve American College of Obstetrics and Gynecology (ACOG) 2002 kriterlerine göre preeklampsi tanısı konularak tedavisi yapılan 68 gebe çalışmaya alındı. Gebeliğini komplikasyonsuz olarak miadına (37 hafta ve üzeri) ulaştırmış 70 sağlıklı gebe ile kontrol grubu oluşturuldu. Her iki gruptaki gebelerden 5 ml kan EDTA’lı tüplere alınarak genetik laboratuarına gönderildi. Çalışma prospektif kohort tipi olgu kontrol çalışması olarak gerçekleştirildi.
BULGULAR: Preeklamptik gebeler ile kontrol grubu gebelerde faktör V Leiden, MTHFR C677T, protrombin G20210A homozigot veya heterozigot
mutasyon sıklıkları açısından anlamlı fark bulunmadı. Ağır preeklamptik gebelerle kontrol grubu karşılaştırıldığında da mutasyonlar açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Preeklampsinin klinik bulgularının 34 hafta ve 28 hafta altında başladığı olgular ve preeklampsiye intrauterin gelişme kısıtlılığının eşlik ettiği olgular ayrı ayrı irdelendiğinde de belirtilen mutasyonlar açısından farklılık saptanmadı. Sağlıklı gebelerde en az bir mutasyona sahip olma oranı % 64 olarak hesaplandı ve en sık mutasyonun MTHFR 677 heterozigot polimorfizmi olduğu gösterildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ağır preeklamptik gebelerde, gebelik komplikasyonlarının normal popülasyona göre sık rastlanmasına, maternal ve fetal morbidite
ve mortalitenin yüksek olmasına karşın; trombofilik genetik belirteçler sağlıklı gebelerden anlamlı farklılık göstermemektedir. Preeklampsi ve trombofili arasındaki ilişki henüz net olarak kanıtlanmamış olduğundan, bu genetik belirteçlerin rutin tarama testi olarak kullanılması ve buna dayalı prognoz değerlendirmesi yapılması sağlıklı görünmemektedir.
INTRODUCTION: We aimed to investigate the relationship between preeclampsia and inherited thrombophilias such as MTHFR gene mutations, factor V Leiden mutations and prothrombin gene mutation; and to assess the significance of the relationship at mild, severe and early-onset preeclampsia.
METHODS: 68 preeclamptic pregnants diagnosed between October 2008 and March 2010 according to the American College of Obstetrics and Gynecology (ACOG) guideline 2002, and 70 healty pregnant women who carried her pregnancy beyond term (37 weeks and after) without any complications and applied to Bakirkoy Maternity and Children Hospital were taken into study and control groups. 5 ml venous blood were taken from each women in both groups and genetic evaluation is done at laboratory.
RESULTS: AFactor V Leiden, MTHFR C677T, and prothrombin homozygous or heterozygous mutations were not statistically different between preeclamptics and healty pregnants. Comparisons for the mutations between severe preeclampsia and control cases were not statistically different. Cases with early-onset preeclampsia that occured before 34 weeks and 28 weeks, and the preeclamptic cases complicated by IUGR, were also assessed separately and mutations were not statistically different between study and control cases. The ratio of having at least one mutation in healty patiens were 64 percent, and the most common mutation was MTHFR heterozygous polymorphism.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although pregnancy complications, maternal and fetal morbidity and mortaliy was higher in severe preeclampsia; presence of thrombophilic gene mutations was not statistically different from healty pregnants. Because the association between preeclampsia and thrombophilia is unproven yet, using such genetic markers as routine screening for thrombophilia or prognostic tools is not recommended.

2.Makrozomik Gebeliklerin Doğum Şekilleri ve Sonuçları
Mehmet Gül, Erbil Çakar, Oya Demirci, Oya Pekin, Hamdullah Sözen, Doğan Vatansever, Arif Aktuğ Ertekin
Pages 46 - 52
GİRİŞ ve AMAÇ: Makrozomik bebeklerin doğum şekli ve sonuçlarının incelenmesi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Doğum Kliniği’ndeki 01/01/2006 ve 31/12/2008 tarihleri arasındaki doğum kayıtları retrospektif olarak incelendi. Çalışma grubu, doğum ağırlığı 4000 gr ve üzeri olan gebelikler, kontrol grubu
ise doğum ağırlığı 2500-3999 gr arasında olan, aynı dönemde doğum yapan gebelikler arasından randomize olarak seçilmiştir.
BULGULAR: Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Doğum Kliniği’ndeki 01/01/2006 ve 31/12/2008 tarihleri arasındaki doğum kayıtları retrospektif olarak incelendiğinde makrozomik bebek (≥4kg) insidansı % 5,15 olarak bulunmuştur.. Ultrasonografi ile iri bebeklerin ağırlığını tahmin etmek, normal doğum ağırlıklı bebeklere göre daha başarısız bulundu. Primer sezeryan için iri bebek/ cpd başlıca risk faktörü ve endikasyonu olarak belirlendi. İri bebek grubunda ve oksitosin uygulananlarda
travay süresi ve sezaryen oranı daha yüksek tespit edildi. Uterin atoni iri bebeklerde, omuz distosisi ise yine iri bebeklerde ve diyabeti
olanlarda sık izlendi. Fetal travma, omuz distosisi olanlarda ve vajinal doğum yapanlarda daha sık gözlendi. Perinatal mortalite iri bebek grubunda % 0,51 oranında izlenirken kontrol grubunda izlenmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ultrasonografi ile fetal ağırlıkları daha başarısız öngörülen makrozomik bebeklerde sezaryen daha yüksek oranda tespit edilmiştir ve bu grupta vajinal doğum yapanlarda omuz distosisi ve fetal travma daha sık izlenmektedir.
INTRODUCTION: To evaluate the mode of deliveries and consequences of macrosomic pregnancies.
METHODS: The birth records between 1 st of January 2006 and 31 st of december 2008 in Obstetric Clinic of Zeynep Kamil Women’s Health and Children Diseases Education and Research Hospital, were rewieved retrospectively. Study group was composed of with bith weight 4000 g and above, and the control group was composed of with birth weight between 2500-3999 g randomly selected pregnancies at the same time period.
RESULTS: According t he birth records between 1 st of January 20 06 and 31 st of december 2008 in Obstetric Clinic of Zeynep Kamil Women’s Health and Children Diseases Education and Research Hospital, the insidance of macrosomia (≥ 4kg) was found as 5,15%. Ultrasound to predict the weight over 4000 grams, compared to normal birth weight infants were less successful. cpd, was the primary risk factor and indication for primary cesarean section. The duration of labour was longer and caeserean section rate was higher viewed in the cases with oxytocin infused and in macrosomic group. Shoulder dystocia was more prevalent in macrosomic infants and cases with diabetes. Uterine atony was only prevalent in macrosomic pregnancies. Fetal trauma, in the cases with shoulder dystocia and who delivered vaginally were more prevalent. The rate of perinatal mortality in the study group was 0.51%, and none in the control group
DISCUSSION AND CONCLUSION: Estimated fetal weight with ultrasound in macrosomic group was less successful and cesarean section rate was high, and also
in cases delivered vaginally shoulder dystocia and fetal trauma was more frequently observed in macrosomic group.

3.Gestasyonel Trofoblastik Hastalıklar ve Takip Oranları
Özgür Aydın Tosun, Pınar Batu, Arzu Arınkan, Ertuğrul Yılmaz, Çetin Çam, Ateş Karateke
Pages 53 - 57
GİRİŞ ve AMAÇ: Gestasyonel trofoblastik hastalık (GTH), anormal fertilizasyonun bir sonucu olarak gelişen, gebelikte trofoblastın anormal proliferasyonu sonucu endometrium ve myometriumu invazyonu ile karakterize bir hastalık grubudur. Kesin tanı, vakum küretaj sonrası alınan örneğin histopatolojik olarak değerlendirilmesi ile konur. Bu çalışmayla hastanemizde histopatolojik olarak GTH tanısı almış olguların oranlarını ve klinik takip düzeylerinin belirlenmesini amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2000–2008 yılları arasında hastanemizde doğum ve abortus yapan olgular ile histopatolojik olarak GTH tanısını alan olguların medikal kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Çalışmamızda verilerin değerlendirilmesinde SPSS 12.0 paket programı kullanıldı.Tek değişkenli analizde Pearson Ki –kare analizi kullanıldı. P<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Toplam 103951 olgu incelendi. Bu olgulardan 257 tanesinde histopatolojik tanı GTH olarak belirlendi. 5 (%1.94) olguda koryokarsinom, 3 (%1.16) olguda ise plasental yerleşim bölgesinden gelişen trofoblastik tümör (PYBGTT) saptandı. 249 (%96) olguda ise tanı mol hidatiform (MH) idi. MH olgularının 136 (%52,9)’sı parsiyel, 113 (%43,9)’ü komplet mol olarak değerlendirildi. Tanı almış olan toplam 249 MH olgusunun %25’i (62) gerekli olan takiplerini yaptırmamıştır. Takipsizlik oranı parsiyel mol olgularında %21 (29/136), komplet mol hastalarında ise %25 (33/113) olarak belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: GTH olgularında programlanmış bir takip hastalığın yönetiminin temelini oluşturur ve hayati bir önem taşır. Hastaların uzmanlaşmış
kliniklerde amaca uygun yönlendirilmeleri ile durumları hakkında daha sağlıklı bilgi sahibi oldukları ve gerekli olan takibe daha fazla uyum sağladıkları görülmektedir.
INTRODUCTION: Gestational trophoblastic disease is a heterogeneous group of diseases characterized by invasion of abnormally proliferating trophoblastic tissue to the endometrium and myometrium. Diagnosis is histopathologically following vacuum curettage. Purpose of this research is to determine the follow-up ratio of patients who had GTD.
METHODS: This retrospective study was performed including the patients who had GTH diagnosis at Zeynep Kamil Hospital between 2000 and 2008. Statistical analysis was performed using the SPSS 12 program. Chi-square test was used for statistical analysis. P values were considered to be statistically significant at P < 0.05.
RESULTS: 103951 patients were included in this research. 257 of them had GTH diagnosis histopathologically. 5 of them (%1.94) had choriocarcinoma, 3 of them (%1.16) had placental site trophoblastic tumors and 249 of them (%96) had hydatidiform mole.62 of hydatidiform mole cases (%25) did not visit doctors regularly. This ratio is %21 at partial mole cases and %25 complete mole cases respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Patients who had GTH diagnosis should be followed regularly. Regular follow up at specialized clinics is extremely important for the proper management of the disease.

CASE REPORT
4.Postmenopozal Servikal Stenoza Sekonder Gelişen, Pelvik Kitleyi Taklit Eden Hematometra ve Yönetimi
Hüseyin Pehlivan, Aşkın Evren Güler, Uğur Keskin, Hakan Çoksüer, Erhan Aktürk, Ali Ergün
Pages 62 - 64
Hematometra servikal kanal altında kalan alt genital traktın her hangi bir seviyede ki obstrüksiyonuna bağlı olarak, kanın uterin kavitede birikmesi sonucu oluşan, distansiyonun derecesi ile alakalı olarak pelvik ağrının eşlik ettiği önemli bir klinik problemdir. Bu durum nadiren de olsa pelvik apse, over tümörü, over torsiyonu, fallop tüpü torsiyonu, pelvik rabdomyosarkoma gibi pelvik kitle yapan diğer patolojilerle karışabilmektedir. Bizim olgumuzda, USG’de adneksiyal kitleyi taklit eden hematometra vakası tartışılmıştır.
Haematometra is an important clinical problem as a result of obstruction of the lower genital tract under cervical canal and secondary accumulation of blood collects in the uterine cavity. In relation to the degree of distention pelvic pain can be companied to that problem. This condition may rarely be confused with other pathologies that cause pelvic mass such as pelvic abscess, ovarian tumors, ovarian torsion and torsion of the fallopian tube. In this paper a case where haematometra is mimicking an adnexal mass will be discussed.

5.Erken Başlangıçlı Maternal Rh İzoimmunizasyonu Nedenli Fetal Hidrops Olgusunun Başarılı Yönetimi; Olgu Sunumu
Turhan Aran, Mehmet A. Osmanoğlu, Ipek Pekgöz, Hasan Bozkaya, Erbil Çakar
Pages 65 - 68
Amaç: Rh izoimmünizasyonu nedenli fetal hidrops olgusunun başarılı yönetimini sunmak ve erken ikinci trimester fetal eritrosit transfüzyonu
tekniğini tartışmak.
Olgu: 36 yaşında immünize Rh tanılı hasta hastanemiz perinatoloji ünitesine hidrops fetalis ön tanısı ile sevk edilmişti. Öyküsünde hidrops
fetalis nedeni ile üç gebelik kaybı mevcuttu. Yapılan obstetrik doppler ultrasonografide orta serebral arter pik sistolik akım hızı 1.5 MoM
dan daha yüksek idi. Fetal anemi ön tanısı ile kordosentez uygulandı. Fetal hemoglobin 3 gr/ dl idi. Eş zamanlı olarak intrauterin fetal eritrsoit transfüzyonu yapıldı. Şiddetli fetal anemi nedeni ile hedeflen fetal hematokrit düzeyine 1 hafta sonra yapılan ikinci transfüzyonla ulaşıldı. 24. 27. ve 31. gebelik haftalarında tekrar transfüzyon uygulanan hastaya 35. gebelik haftasının tamamlanmasından sonra eski sezaryen endikayonu ile elektif şartlarda sezaryen yapıldı. 2330 gram ağırlığında 9/10 APGAR’ lı yenidoğan doğurtuldu. Sezaryen sırasında alınan kordon kanı hemoglobini 8.7gr/dl idi. Postpartum 2. saatte exchange transfüzyon yapıldı. Yenidoğanın postpartum 3. ve 7. gün kraniyal MRI incelemelerinde de özellik saptanmadı. Nörolojik muayenesinde ve işitme tarama testinde özellik saptanmayan
yenidoğan şifa ile taburcu edildi.
Sonuçlar: Erken ikinci trimester fetal intravenöz eritrosit transfüzyonu teknik olarak zordur. Şiddetli fetal anemi olgularında hemodinamik
instabiliteye neden olmamak ve mortaliteyi arttırmamak için istenilen hematokrit düzeyine aralıklı iki transfüzyonla ulaşılması akılda
bulundurulmalıdır.
Aim: to present a successfully managed fetal hydrops case due to maternal Rh alloimmunization and discuss early second trimester fetal red blood cell transfusion technique.
Case: A Thirty-six year old woman with immunized Rh and fetal hydrops was assessed at our perinatology department. There were three previous pregnancy losses because of fetal hydrops in her obstetric history. In obstetric doppler scan, fetal middle cerebral artery peak systolic velocity was greater than 1.5 MoM. Cordosynthesis was offered to family. Fetal haemoglobin was 3gr/dl. Concomitant red blood cell transfusion was performed due to severe fetal anemia. We planned to reach targeted hematocrit level with two transfusions in a week interval. Repeated transfusions were performed at 24th, 27th and 31st week. 2330 gr. neonate with 9/10 APGAR was delivered with cesarean section. Hemoglobin concentration of newborn was 8.7gr/dl at time of delivery. Postpartum cranial MRI scanning and neurological
findings were unremarkable. Healthy newborn was discharged.
Conclusion: Early second trimester fetal red blood cell transfusion was technically difficult. Reaching targeted hematocrit level with interval
transfusions should be kept in mind in severely anemic fetuses because early second trimester transfusion may cause fetal hemodynamic alterations and fetal death

ORIGINAL RESEARCH
6.Primer Konjenital Glokomda Trabekülotomi ile Kombine Mitomisinli Trabekülektomi Sonuçlarımız
Serhat Imamoğlu, Mehmet Şahin Sevim, Gökhan Pekel, Hüseyin Avni Sanisoğlu
Pages 69 - 73
GİRİŞ ve AMAÇ: Primer konjenital glokomlu çocuklarda trabekülotomi ile kombine mitomisinli trabekülektomi ameliyatının etkinliğinin değerlendirilmesidir
YÖNTEM ve GEREÇLER: 3 Primer konjenital glokom tanısı ile trabekülotomi ile kombine mitomisinli trabekülektomi ameliyatı uygulanan 7 hastanın 13 gözünün kayıtları retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel analiz için SPSS 15.0 yazılım programı kullanıldı. Preoperatif ve postoperatif göz içi basıncı değerleri Wilcoxon ilişkili iki örneklem testi ile kıyaslandı.
BULGULAR: Haziran 2006-Mayıs 2012 tarihleri arasında opere edilen 7 hastanın (4 erkek, 3 kız; yaş ortalaması 30,6 ± 22,4 ay) 13 gözü çalışmaya alındı. İlk tanı yaşı 2,6 ± 1,1 (1-4) ay ve ilk cerrahi uygulama yaşı 5,3 ± 4,0 (1-12) ay idi. Yedi olgunun 6’sının hastalığı bilateral idi. Ortalama takip süresi 25,9 ± 22,6 (1-54) ay olarak saptandı. Preoperatif ortalama horizontal kornea çapı 13,4 ± 0,9 (12-15) mm idi. Hastaların %53’ünde kornea ödemi mevcuttu. Kombine cerrahi uygulanan gözlerin % 53,8’inde (7 göz) cerrahi başarı (göz içi basıncı < 21 mm Hg) sağlanırken bu oran ek cerrahiler ile % 76,9’a (10 göz) çıktı. Bir hastada prefitizis bulbi gelişti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Primer konjenital glokom tedavisinde trabekülotomi ile kombine mitomisinli trabekülektomi etkin bir cerrahi olmasına rağmen, ek glokom cerrahileri ile başarı oranları daha da yükselmektedir.
INTRODUCTION: To evaluate the effectiveness of combined trabeculotomy-trabeculectomy with mitomycin C for primary congenital glaucoma
METHODS: The medical records of 7 patients’ 13 eyes with primary congenital glaucoma who had combined trabeculotomy-trabeculectomy with mitomycin C were reviewed. SPSS 15.0 software for Windows® was used for statistical analysis. Preoperative and postoperative intraocular pressures were compared with Wilcoxon signed rank test.
RESULTS: Thirteen eyes of 7 (4 male, 3 female; mean age 30.6 ± 22.4 months) patients who was operated between June 2006- May 2012 were included into the study. The mean time of first presantation was 2.6 ± 1.1 (1-4) months, whereas the mean time of first surgery was 5.3 ± 4.0 (1-12) months. Six patients had bilateral disease. Mean follow-up time was 25.9 ± 22.6 (1-54) months. Mean corneal horizontal diameter was 13.4 ± 0.9 (12-15) mm. Corneal edema was found in 53 % of the patients. The surgical success rate (intraocular pressure < 21 mm Hg) of eyes with combined surgery alone was 53.8 %, however this ratio was incresed to 76.9 % when additional surgeries were performed.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Even though combined trabeculotomy- trabeculectomy with mitomycin C is an effective surgical option for primary congenital glaucoma, the surgical success rate is increased with additional surgeries

CASE REPORT
7.Hidrops Fetalisli Yenidoğanda Bilateral Akut Skrotum için Eksplorasyon Kararı Ne Kadar Yaşamsal?
Gökmen Kurt, Ayşenur Cerrah Celayir, Koray Pelin, Oktav Bosnalı, Serdar Moralıoğlu
Pages 74 - 77
Vücudun en uzun arteri olan internal spermatik arter, testisi vasküler pedikülü etrafında dönmeye bir aday haline getirir. Yenidoğan ve adolesan dönemlerinde sıklığı artan testis torsiyonu, akut skrotum nedenleri arasında önemli bir yere sahiptir. Özellikle yenidoğan testis torsiyonları klinik değerlendirmesi zor fakat hızlı davranılması gereken tablolardır. Hidrops fetalis ve genel durum bozukluğu nedeni ile hastanemiz yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan 40 saatlik yenidoğan jeneralize ödem, batın distansiyonu, skrotal ödem ve şişlik
nedeni ile konsülte edildi. Sağ testis 1x1 cm, sol testis 2x2 cm sert ve horizontal duruşlu idi. Testiküler transilüminasyonu olmayan hastada her iki skrotal ve inguinal bölge hassastı. Kord ödemi değerlendirilemedi. ADBG’de özellik saptanmadı. Hasta bilateral testis torsiyonu düşünülerek acil olarak eksplore edildi. Bilateral eksplorasyonda sağ testisin 540, sol testisin 720 derece torsiyone olduğu ve dolaşımlarının ileri derecede bozuk ve testislerin siyah-mor renkli olduğu izlendi. Her iki taraf torsiyonu ekstravajianal ve içe doğru idi. Detorsiyone edilen testisler yaklaşık 25 dakika kadar sıcak komprese edildiğinde dolaşımın kısmen geri döndüğü izlenmesi üzerine bilateral orşiopeksi yapıldı. Erken komplikasyon izlenmeyen hasta hidrops ve dahili sorunlarının düzelmesİ üzerine postoperativ 14. Gününde taburcu edildi. İki ay sonraki Doppler incelemelerinde, her iki testis boyutlarının artkın ve minimal testiküler arterial akımın olduğu izlendi. Çoğu zaman mesai dışı şartlarda değerlendirdiğimiz testis torsiyonları, ‘’Doppler US’’ ile veya çoğunlukla ‘’Dopler US”siz eksplorasyon kararını vermek zorunda kaldığımız durumlardır. Nitekim akut scrotum gelişen hidrops fetalisli yenidoğan olgumuzda acil ameliyat kararının genel durum bozukluğuna rağmen verilmiş olması, testislerin viabilitesini arttırmıştır.
Testicular torsion has a bimodal distribution, namely in the early neonatal period and in adolescent period. Internal spermatic artery is the longest artery of the human body. For that reason, it makes the testicle a good candidate to turn around it’s vascular pedicle. Neonatal testicular torsion is a difficult condition to diagnose and it is more difficult to make a decision to operate in obscure cases, especially with an accompanying systemic disease. A-40-hour old newborn with respiratory distress and Hydrops fetalis was consulted for abdominal distension, scrotal edema and swelling. On physical examination, there was no scrotal transluminiation, but both scrotal and inguinal region was tender with palpation in both sides. Both testicles were hard to palpation and situated in high-horizontal position. Right testicle
was approximately 1x1 cm, and left testicle was approximately 2x2 cm in size. Plain abdominal xray was normal. Based on physical examination; the patient underwent immediate surgery with a diagnosis of bilateral testicular torsion. At the operation we found the left testicle was rotated 540 degree, and right one was rotated 720 degree on their pedicle. Both testes were detorsioned manually. After detorsion, suspicious viability on both testicle were identified and bilateral orchiopexy were performed. Two months after operation, color doppler ultrasound showed diminished but present testicular arterial flow. Since we mostly see emergency conditions after regular working-hours, especially in acute scrotum cases, we have to evaluate the patient without any spesific diagnostic tool like Color doppler Ultrasonography. However, any suspicion about testicular torsion should emerge the surgeon to perform surgical exploration to prevent
testicular necrosis which its future consequences could be catastrophic for both patient and parents as seen in our case.

LookUs & Online Makale